Kitap Yayınları, Kitap Yazmak
Kitap Yazmak ve Tuhaf Ritüelleri
Kitap yazmak tanımsız bir serüvenin ta kendisidir. Hummalı, zor, değişik bir sürecin tamamından oluşan ve ucu bucağı neredeyse olmayan biricik bir üretim halidir yazmak. Bunun sonucunda nereye varılacağı, yazılan eserin bir değer olarak kabul görüp görmeyeceği ise hiçbir zaman tam olarak kestirilemez. Yine de insan, bir kere bulaştı mı yazmaktan alıkoyamaz kendini. Bunun da anlamı, ancak aklı kurtarmakta aranabilir.
Yazmanın nedeni, tıpkı diğer sanat dallarındaki gibi her zaman net cümlelerle açıklanamaz. Bu bir zorunlu içsel tepki de olabilir, tamamen dışa dönük gerekçelerden beslenen bir itki de… Tek bir gerekçe söz konusu olamadığı gibi yalnızca yaşamda kalmanın biricik yolu olarak da nitelendirilebilir.
İster basılı olsun, ister e-kitap; ister yayınevlerinin yoğun süreçlerinden geçmiş isterse kendi imkanlarıyla ortaya konmuş olsun yazarken alınan haz kadar, verdiği tuhaf etkiler de göz önünde bulundurulmalıdır.
Her yazarın kendine ait ritüelleri olabileceği gibi, akıl sınırlarını zorlayan uzun bir çalışma/beslenme/deşarj rotalarından da geçebilir. Tek bilinen bu ritüellerin eninde sonunda ortaya bir şeyler çıkarma yolunda adımlar olduğudur. Elbette sonuçları asla önceden bilinemeyen, daha doğrusu ortaya ne sunacağı hiçbir zaman tam olarak kestirilemeyen bu çabanın en nihayetinde hiçliğe karışması da söz konusudur. Yine de her yazar yola, kendine dair bir inançla, kelimelerine ve düş dünyasına sadık bir tutkuyla yola çıkar. Sonucu ne olursa olsun, büyük bir hezimet ya da üstün bir başarı bile bu çalışma sürecinde çekilen sancıları değiştirmez.
Oysaki hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve eninde sonunda kitap yazmak kendine has sancıları olan ve sonucu neye dönüşürse dönüşsün bir dizi ritüeli de beraberinde getiren bir macera.
Söz gelimi ünlü yazar, Ernest Hemingway sabahın kör vakitlerinde, tek bir sayfalık değerli bir şey elde edebilmek için 500 kelime yazmayı bir takıntı haline getirmiş. Günün sonunda her şeyi çöpe atması gerekse bile ışığı bulana dek erkenden çabalamaya başlıyormuş. Bu klasik bir disiplin olarak yorumlansa da birbirinden tuhaf ritüeller de yok değil. Yazar Schiller, çürük elmalarla dolu bir çekmecenin yanında yazıyormuş, bunun kendisine ilham verdiğini söylemekten de çekinmeden hem de. Balzac günde elli fincan kahve ve üzerinde ille de mor bir pelerinle yazıyorken bir diğer yazar Trollope ise her onbeş dakikada bir 250 sözcük yazmak gibi sert bir disiplinle üretimi tercih ediyormuş. Bu açıdan bakıldığında bunun ucu bucağı olmayan bir meczupluk hali olduğunu düşünmek mümkün olsa da üretmek için neyi nasıl yaptığından ziyade, ortaya çıkan sonuçlara odaklı bir alımlayıcı söz konusu. Bunu göze alıp yola çıkanların mutlaka kendilerine ait üretim şekilleri olsa da, sonunu düşünmeden edemiyor insan. Tüm bunlara değiyor mu?
Yorum yap
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.