Editorluk
Kitap Editörü Nedir? Ne Değildir!
Yazarlar, yazma süreçlerini salt kendiliğinden ilerleyen bir çalışma olarak düşünseler de iş bitip, artık bir yerlere ulaşma noktasına geldiğinde yepyeni bir hikaye başlar. Editörün devreye girdiği, kah sert bir öğretmen-öğrenci; kah en yakın arkadaşlık halini alan bir ilişkidir bu. Çoğu yazar, sadece eserine odaklanırken, aslında gözden kaçırdığı, daha başka bakabileceği şeyleri düşünmek zorunda değildir her zaman. Bu, üretimin bağımsız yaratım aşamasını baltalar zira. Üstelik bir şeyin ne denli içine girilirse, o kadar zorlaşır dışarıdan bakma durumu. O zaman devreye giren editörler birer imdat kolu gibidir. Ama işin aslı bu kadar da basit değil elbette.
Kitap editörü olmak, iğneyle kuyu kazmanın kreatif bir dilidir aslında.
Peki editör ne iş yapar? Editörlük, upuzun bir okuma ve esere her yönüyle hakim olma halinin yanı sıra muazzam bir birikimi de beraberinde getiren, iş başa düşmeden de akla gelmeyen bir çalışma sürecidir. Bu anlamda editör, eserin oluşum aşamasında ya da sonrasında, “tam zamanında” yetişir. Editörlük istemeyen yazarların cesaretine hayran olmaktan çok, içerdiği sonsuz ve yer yer gereksiz özgüven biraz tuhaf gelse de, pek çok bilinen yazarın bile bu riski almadığını söylemek yerinde olacaktır. Zira, eserine asla tarafsız gözle bakamayacak olan yazarın mutlaka bir başka göze ihtiyacı vardır. Zaten, yazmak kendi başına oldukça sancılı bir dönemi kapsar ve bir de bu işin editörlük; yeniden değerlendirme gibi uzun ve sıkıcı(!) prosedürleri yazarı genellikle aşan bir haldir. Sıkıcının altını çizmek gerek; zira bu iş hadi yapalım denildiğinde yapılabilecek bir iş olmanın çok ötesindedir. Mutlaka ama mutlaka okumaya ve kitaplara tutkun bir yaşamın sonucudur kitap editörlüğü. Türkiye’de düzeltme ve redaksiyon diye tabir edilen alanla da karıştırıldığını unutmamak gerekir. Ancak editör, neredeyse bir eseri okunabilir hale dönüştüren bir sihirli değnek gibidir. O nedenle bu aşama, birikim, sabır ve gerçek bir okuyucu olmayı gerektirir.
Bir süredir, yazardan editör, editörden yazar olur mu tartışması sürüp giderken, editörün, entellektüel birikim kadar yaratıcılığa da sahip olduğu yerlerde tartışma kendiliğinden son bulur. Zaten yazmak, tamamen kendine özgü bir yaratıcılık gerektirir ve eğer editör bu itkiyi içinde taşıyorsa, sırf yaptığı işin sınırları nedeniyle iyi bir yazar olamaz demek acımasızcadır. Elbette bu denli birikim sahibi biri, eğer sanatsal anlamda da doygunsa ortaya mucizevi bir eser bile çıkabilir. Bu yüzden, “herkes yerini bilsin” diyen “her şeyi bilenlerin” bu konuda söyleyecek çok da sözleri yok. Bu tip ayrımları çok sevenlere Kafka ve Max Brod örneğini sunmak yerinde olacaktır. Max Brod bilindiği gibi Kafka’nın yakılsın dediği eserleri ölümünden sonra “iyi ki” yayımlamış bir editör olarak bilinse de bestekar ve yazar olarak da tarihe adını kazımıştır. Bu editör-yazar ilişkisinden ortaya çıkan sonuç, Dünya’nın Kafka’ya sahip olmasıdır tabii ki. Ama aslında bir şeyin de altını çizer: Yeterince neden varsa yazmak, editör için de mümkündür.
Aynı durum Sylvia Plath ve hem eşi, hem de editörü olan yazar Ted Hughes için de geçerli. O da Sylvia Plaht’a uzun yıllar editörlük hizmeti vermiştir.
Kitap editörü bir eseri basılacak hale getiren kişidir. A’dan Z’ye kitabın her şeyiyle kendi yazmışcasına ilgilenen ve bunu birden çok kez yapan bir insanın, eninde sonunda kendi eserini yaratma isteği duyması garipsenecek bir şey değildir. Ama günümüzde yazmanın basit ve “ben de yaparım” kabulleriyle oluştuğu düşünülecek olursa, editörün yazmaya ne ara vakit ayıracağı tartışılmalıdır. O yüzden kimin hangi işi yapacağına karar vermeden önce o işlerin gerçekten neyle yürüdüğünü bilmek ve biraz olsun tarihe bakmak yeterli olacaktır.
Yorum yap
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.